17 Temmuz 2007
İki sınıf, iki "ulus", iki siyaset
Seçime, emekçi sınıflara karşı saldırı ve savaş seferberliğinin yürütme gücünün oluşturulmasına bir hafta kaldı.
Ufuk Çizgisi, Sayı: 65
1 hafta sonra bugün 2007 seçimleri geride kalmış olacak.
AKP’nin tırmıklanmış bile olsa birinci parti olarak çıkacağı görünen seçimlerde, burjuva siyaset arenası için asıl soruyu
CHP=MHP’nin ve bağımsızların hangi ölçüde parlamentoya taşınacağı,
Genç Parti’nin oy oranı oluşturacak. Rejim krizinin ürünü seçimlerden doğan parlamento bileşiminin kendisi hem rejim krizinin arenası ve onu büyütücü bir etmen rolü oynayacak; hem de bir bütün olarak emperyalist ve işbirlikçi sermayenin, TÜSİAD’ın siyasal-toplumsal yeniden yapılanma stratejisinin uygulayıcılığını yapacak.
Seçimlerin ardından, 1,5 aydır havada karada fikri sorulan,
"hala kararsız olması" ayıplanıp siyasetin it dalaşında taraf olması, sandık başına gitmesi,
"beynini kullanması" özendirilen emekçilerle hesap kesilmiş olacak. Seçimlerde zaten ne sorunları, acıları ne de özlem ve talepleriyle varolan emekçiler, karşılarında, tüm düzen partilerinin arkasında birleştiği çıplak sınıf düşmanı programı bulacaklar. Emekçilere en yakın haliyle seçim bürolarında
“İzah edeyim...” tonunda yapılan halk avcılığı, düzen partilerinin sağa sola saçılmış, gökyüzünü kapatan propaganda malzemelerinin de temizlenmesiyle birlikte, 2 yıl sonraki belediye seçimlerine kadar tatile girecek.
“Buraya kadar!”
Seçimler, rejim krizini yeni bir evreye sıçratırken, onu daha yaygın ve derinlemesine bir temelde toplumsallaştıracak. Seçim sonuçlarından, oy verme ve vermeme oranlarından, parlamento aritmetiğinden kitlelerin
“siyasal olgunluk düzeyi” görülecek.
Faşist şoven milliyetçi propagandanın, "
ip siyaseti"nin,
“Biz olsak şimdi Kerkük’teydik” diye başlayan
“Tabii ABD bir dünya devletidir, ama etkin bir diplomasi…” gevelemelerinin, neoliberal “
mağdur edebiyatı”nın,
“Bir biz denenmedik…”in,
“Mazot 1 YTL”nin,
“Bin Umut”un,
“parlamentodaki sosyalizm hayaleti”nin… kitleleri ne ölçüde, hangi yönlerden, nasıl etkilediğinin ulusal, yerel ve mikro ölçeklerde panoraması çıkarılacak.
Ancak düzen partileri, aylardır kitlelere pompaladıklarının karşılığını salt seçim sonuçları ile almakla yetinmeyecekler. Bu tablo, emekçi sınıfların yaşamlarının içerisine taşınan gerici karşıtlaşmanın gerektiğinde ivmelendirilip gerektiğinde soğutularak değerlendirileceği kaygan zemini daha da derinleştirecek: Kürt düşmanlığı, Ermeniler ve diğer azınlık milliyetlere karşı düşmanlık, emperyalizm karşıtlığı kisvesi altında şoven milliyetçiliğin azdırılması ve kitlelerin işsizlik, gençlik ve kadın sorununun şiddet ve derinliği gibi yoksunluklarının rejim için
“asker yazmak” amacıyla kullanılması...
Diğer cephede ise, AKP cenahının Kürt ve Türk liberalizminin kimliklere dayalı siyasetini de yedeklemiş olarak neoliberalizmin diğer varyantından ilerlemesi;
TÜSİAD programına siyasal-toplumsal mühendislik politika mekanizma ve araçları çeşitlendirilmiş olarak uygulanması... Profesyonel ordu gibi emperyalist ve işbirlikçi sermayenin
“heyecanlarına” daha uygun aygıtların yanı sıra
“sivil dayanaklar”ın da köklenmesi... E-muhtıra ve seçim kararıyla şişeye doldurulan, AKP’nin
"akıllı olması" sağlanan Cumhurbaşkanlığı sorununun daha düşük yoğunluklu da olsa bir kriz unsuru olarak işletilmesi...
Sermayenin emekçi sınıflara yönelik tahkim edilmiş saldırganlığının ana temaları, eğitim, sağlık, emeklilik gibi kitlelerin yaşamını dolaysızca ilgilendiren tüm alanlarda sermaye birikimini ivmelendirecek bir sosyal yıkım programıyla devreye sokulacak. İş Yasası’nda hukuk katına taşınan sınıflar arası güç dengesi, esnek çalışmanın genişletilmesi, ücretlerin daha da bastırılması, bölgesel asgari ücretin tüm emek pazarının belirleyeni haline getirilmesi... yoluyla yalnız bugünkü değil gelecek kuşakların da yaşam çizgisini çekecek tarzda perçinlenecek.
Ne var ki, bize çok açık gibi görünen bu tablo, kitleler içerisinde düzen içi düşünüşü, parlamenter hayal ve beklentileri bir çırpıda silip süpürmeyecek. 2007 seçimlerinin siyaset tarihine
“Başka bir parlamento mümkün!” gibi ucube bir sloganla geçtiği, liberalizmin tüm varyantlarının bu gömleği boyayıp boyayıp giydikleri düşünülecek olursa; her şeye rağmen ve bir süre için de olsa, Kürt halk kitlelerinin, kentlerde de küçük burjuvazinin tuzukuru kesimlerinin, demokratik kamuoyunun -hatta öyle eskiden olduğu gibi gözucuyla da değil, küçük burjuva devrimcilerinin- bu beklentilerin ilk alıcıları olacağı kuşku götürmeyecek. Bunu tetikleyici bir etmen olarak, “Bin Umut” adaylarının CHP=MHP ile aynı çatı altında bulunmasının, seçim sonrası ilk gündem olarak Güney Kürdistan’a operasyon kararının siyasal-toplumsal karşılıkları, suikast ve provokasyonları da içerisinde barındıran sıçramalı gelişmelere de kapıları her zaman açık bir saflaşma unsuru olacak.
Toplayarak söyleyecek olursak, seçimlerle ortaya çıkacak tablo, iki sınıf, iki "ulus", iki siyaset’e olan ihtiyaca işaret ediyor. Devlet aygıtını tahkim eden, kitleler nezdinde nispi de olsa güç tazelemiş ve toplumsal dayanaklarını Kürt burjuvazisiyle güçlendirmiş olarak saldırısını ivmelendirecek sermaye sınıfı; emekçilere ve Kürt halkına karşı savaş hükümeti. Karşısında ise örgütlenme aygıtları zayıf, güçleri genç, tecrübesiz ve umutsuzlukla çıkış arayışı sarmalındaki, safları Kürt emekçilerle, emekçi kadınlarla, eğitim görmüş genç proleterlerle, mülksüzleştirilip kentlere sürülmüş yoksul köylülerle genişleyen, ancak siyasal-sendikal eylemde bunun karşılığını yaratamayan işçi sınıfı. İşte bu noktada, devrimci proletaryanın seçim taktiğinin ruhu, seçim sonuçlarının okunmasında da, seçim sonrasında da yol gösterecek:
“Karşıdevrimci kamplaşmaya yedeklenen ve en çok da sesi çıkan orta sınıfların çığırtkanlıklarına karşılık biz, varlık ve talepleriyle bütün bu süreçten dıştalanmış olan, neoliberal yıkımın altında en fazla ezilen proletarya ve emekçilerin sesi olmalıyız. Seçim kampanyamızı, sınıfın gücü ile yürütülen proletaryaya dayalı bir siyaseti geliştirerek sürdürmeliyiz.”
Seçimlerin öngördüğümüz sonuçlarından şimdiden çıkarılması gereken, proletarya ve emekçilerin umutsuzluk, beklentisizlik ve parlamenter hayalleriyle sermaye için en fazla potansiyel tehdit oluşturdukları bu tablonun kölece çalışmaya, kölece yaşamaya ve kölece düşünmeye karşı militan sınıf mücadeleleriyle kökten farklılaştırılmasıdır. Seçim sürecindeki birikimlerimize de dayanarak, devrimci siyasetin kitleselleştirilmesi ve kitlelerin özneleştirilmesi perspektifinden bir an bile kopmaksızın işçi sınıfı ve kitlelerin içerisine yerleşmektir.
23 Temmuz’un anlamı, işçi sınıfı devrimcilerinin proletaryaya, proletaryanın işçi sınıfı devrimcilerine olan ihtiyacının büyüdüğü, bu ihtiyaca yanıt verecek daha ileri bir mevzilenmeye geçiş olarak kavranmalıdır.