|
|
|
KAVGA KAVGA KAVGA |
|
|
|
emegin ve özgürlüğün için dövüş |
|
|
|
|
|
|
|
DEVRİMCİ HAREKETİN |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
DEVRİMCİ HAREKETİN
DURUMU:DİP NOKTASI
Türkiye devrimci hareketini siyasal etki ve prestij bakımından tarihinin ‘dip noktası’na sürükleyen yapısal nedenler kapsamında altı çizilmesi gereken üçüncü temel zaaf, devrimci iktidar perspektifi ve iddiasının yokluğudur (Diğer ikisi; a) Konjonktüre olan aşırı bağımlılık -kendiliğindencilik- ile b) Sosyalizm hedefinin ve sosyalist tutkunun kaybedilmesidir). Bu açıdan değerlendirdiğimiz takdirde karşımıza şu gerçek çıkar: Kendi içinde birbirine ve başkalarına karşı bütün afra tafralarına rağmen TDH özünde ‘iktidarsız’ bir harekettir!
Bunun hangi boyutlarda nasıl tezahür ettiğinin üzerinde durmaya geçmeden önce, ‘iktidar’ sorununun ne olup ne olmadığına dair kısa bazı hatırlatmalarda bulunmak yararlı olur.
İktidar sorunu-devrim ve sosyalizm ilişkisi üzerine
“Her devrimin temel sorunu iktidar sorunudur.” Sosyalizmi kurmayı gerçekten isteyen samimi ve tutarlı bir sosyal devrimciliği, kapitalist sisteme ve burjuvazinin iktidarına cepheden tavır almaktan yan çizen burjuva reformizmi ve döneklik teorilerinden de, iktidarsızlığı ‘erdem’ olarak yutturmaya çalışan küçük burjuva anarşizmi ve liberalizminden de temelde bu kavrayış ayırır. Başka bir anlatımla, iktidar sorununa yaklaşım, devrimciliğin turnusol kağıdıdır. Sadece onun içtenliğinin ve tutarlılığının göstergesi olmakla kalmaz; onun amacını sergiler, karakterini ele verir.
Ancak yanlış anlamalara veya demagojik çarpıtmalara meydan vermemek için “iktidar” kavramı -kapsam ve içerik bakımından- doğru tanımlanmalıdır. “İktidar” denildiği zaman, akıllara genellikle ilk olarak ‘siyasal iktidar’ gelir. Ki devrim ve sosyalizm mücadelesi açısından sorunun canalıcı noktasını da bu düzey, yani siyasal iktidar sorunu oluşturur. Ancak bütünlüklü bir iktidar kavrayışı, “iktidar” olgusunun farklı düzey ve boyutlarının olduğu gerçeğini de gözden kaçırmaz; toplumsal bir dönüşüm ve devrim mücadelesi açısından sorunun asıl kilit noktasını ve eksenini siyasal iktidar sorununun oluşturduğu bilinciyle hareket etmekle birlikte buna bağlı olarak diğer düzey ve boyutların önemini de küçümsemez. Temsiline soyunduğu sınıf başta olmak üzere devrim ve sosyalizm mücadelesinde etkileyip yanına çekmeyi hedeflediği toplumsal sınıf ve güçler üzerinde her şeyden önce manevi-siyasal bir saygınlık ve otorite sahibi olmayı ifade eden “toplumsal iktidar” ile her şeyden önce derin ve çok yönlü bir bilgi birikimi ve nitelik gerektiren “entelektüel iktidar”, bu ‘farklı iktidar düzeyleri’ içinde özellikle anılması gerekenlerdir. Bunlar esasında zaten hiçbir zaman salt çıplak zor ve güce dayalı olmayan bütünsel bir “iktidar” olgusunun bileşenlerini oluştururlar; fakat bir yönüyle de ayrı bir öneme sahip farklı iktidar düzlemleri olarak ele alınıp değerlendirilebilirler. Fakat Marksist iktidar kavrayışının ayırdedici özelliklerinin en başında, onun siyasal iktidar da dahil “iktidar” sorununun bütününü öncelikle sosyalizm hedefi ve kavrayışı ile ilişki içinde ele alması gelir.
Ne sosyalizm hedefinden yoksun bir iktidar iddiası, ne de iktidarsız bir sosyalizm…
Marksizm düşmanı anarşizm ve küçük burjuva liberal demagojilerin aksine, Marksist “iktidar” kavrayışının, kitlelerden kopuk bir “darbecilik” ile veya “Proletaryanın diğer emekçi sınıfları da kapsayacak şekilde kendi dışındaki bütün güçler ve toplum üzerinde, partinin proletarya üzerinde, yönetici bir elitin de parti üzerinde, vb. mutlak bir hegemonya kurma çabası” ile hiçbir ilgisi yoktur. Bunlardan ilki küçük burjuva maceracı bir anlayışın, diğeri ise bürokratik revizyonist bir bozulmanın ifadesidir. Marksist iktidar kavrayışı, iktidar sorununu, her aşamada sosyalizm hedefi ile ilişki içinde ele alır. Bunlardan birincisi (iktidar) sadece bir ‘araç’tır; asıl ‘amaç’ ise ikincisi, yani sosyalizmdir. Dolayısıyla ‘aracın’ zorunluluğunu da (mülksüzleştirenleri mülksüzleştirebilmek için önce onları iktidarsızlaştırmak gerekir), onun elde ediliş biçiminin yanı sıra (devrim kitlelerin eseri olmak zorundadır), elde edilen iktidarın örgütleniş ve kullanım biçimini de her adımda ve aşamada bu ‘amaç’ belirler. Hangi neden ve gerekçeyle olursa olsun, ‘aracın amaçlaşması’ başta olmak üzere iktidar sorunu ile sosyalizm arasındaki ilişkinin kuruluşunda bu ilkesel tutumdan herhangi bir yönde herhangi bir biçimde uzaklaşma, sadece bu sapmayı gösteren partiyi, hareketi veya iktidarı yozlaşmaya sürüklemekle kalmaz; ondaki yozlaşma şahsında sosyalizm hedefi ve pratiğinin de itibar kaybedip yozlaşmasının önünü açar.
Bu nedenle sosyalizmi inşa amacından kopuk bir iktidar bilinci ve iddiası, ilkesel bir tutarlılık ve uzun soluklu bir karakter kazanamayacağı gibi, süreç içinde bozulup yozlaşmaktan, çıkış noktasını oluşturan tarihsel amaçlarıyla ilgisi dahi kalmayan bir deformasyona uğramaktan kendini kolay kolay kurtaramaz. Öte yandan, devrimci bir iktidar bilinci ve iddiasında somutlanmayan bir sosyalizm düşüncesi ise, en temiz kaldığı durumda bile aydınca bir propaganda, iyiniyetli bir dilek ve temenni olmanın ötesine geçemez. Bu iktidarsız haliyle bir de örgütlenme biçimini alırsa, bu da nesnel olarak sınıfı ve ezilen yığınları oyalayan bir aldatmaca ve iktidarsızlık pratiği olmaktan öte gidemez. Sonuç olarak, devrimci bir iktidar iddiası ve perspektifinden anlayış veya pratik olarak kopuk bir sosyalizm savunuculuğu kadar, devrimci sosyalizm bilinci ve perspektifinden kopuk bir iktidar iddiası da aynı ölçüde tekyanlı, yararsız ve tehlikelidir.
c) Devrimci iktidar perspektifi ve iddiasının yokluğu
‘Devrimci iktidar bilinci ve iddiası’ kavramından ne anladığımız, bununla neyi kastettiğimize dair bu kısa hatırlatmalardan sonra TDH’ni bir de bu açıdan değerlendirecek olursak, karşımıza TDH’nin gerçekte ‘iktidarsız’ bir hareket olduğu gerçeği çıkar.
TDH her şeyden önce, siyasal iktidarı ele geçirmek gibi bir hedefin ve iddianın sahibi olmamak, kendine bu konuda güvenememek şeklinde bir iktidarsızlıktan muzdariptir. Bu aslında Türkiye sol hareketinin eski bir hastalığıdır. Kökleri Mustafa Suphi’lerin katlinden sonrasına kadar uzanır. TKP’nin daha sonraki bütün pratiği ve tarihi baştan sona bir iktidarsızlık pratiği ve tarihidir. Burada sorun, bunu başarabilecek maddi bir güce sahip olup olmamaktan da önce bu konuda bir ‘iddia ve özgüven’ sahibi olup olamama sorunudur. TDH bu iddia ve özgüveni, kimi lekeler taşımakla birlikte ’68 sonrası bir süreliğine edinir gibi olmuşsa da, hareketin ‘71’deki yenilgisiyle birlikte henüz geri gelmemek üzere tekrar kaybetmiştir. Bu kısa kesinti sonrası da onun bu konudaki bütün iddiası, söylem ve sloganlar düzeyinde kalmaktan öteye geçmemiştir.
Öte yandan özellikle 1960’lı yıllarda çok çarpıcı boyutlar kazanan ve ‘70’lerin sonuna kadar sürdürebildiği “entelektüel iktidarı”nı, ‘80’li yıllardan sonra İslamcı aydınlara ve küçük burjuva liberalizmine kaptırmış; 12 Eylül karşısındaki utanç verici tutumuyla zaten öldürücü bir darbe indirdiği manevi saygınlık ve otoritesinin kalanını da ‘90’lı yıllarda yine kendi elleriyle tüketerek ‘iktidar’ bahsinde bugünkü konuma sürüklenmiştir.
Bir parantez
Burada bir parantez açalım. TDH içinde özellikle de deforme olmuş bir küçük burjuva devrimciliğinin kimi anlayış ve tutumları gözönüne getirildiği zaman, iktidar bilinci ve iddiasında bir ‘eksiklik’ten değil, olsa olsa bir ‘aşırılık’ ve ‘fazlalıktan’ söz edilmesi gerektiği söylenebilir. Bu itiraz ilk bakışta bütünüyle de ‘haksız’ sayılmaz. Fakat onun da temel yanılgısı, ‘iktidar’ anlayışı ve tanımının tam da o deforme olmuş anlayış ve tutumlarla aynı küçük burjuva karakteri taşımasından kaynaklanır.
Küçük burjuvazinin hegemonik şef kültü ile devrimci bir iktidar anlayışı bir ve aynı şeyler değildir! Bu anlamda, devrimci bir iktidar bilinci ve iddiası ile Türkiye sol hareketinde özellikle de deforme olmuş bir küçük burjuva devrimcilik anlayışına sahip örgütlenmelerin pratiklerinde çok sık karşılaşılan tutumlar olarak görece etkin olduğu alanlarda veya eylemler sırasında ya da örgüt içi işlerlik ve yönetim tarzında başkalarına ve devrimci demokrasiye hayat hakkı tanımayan mutlak hegemonya peşinde koşma birbirine karıştırılmamalıdır. Bunlar esasında tutarlı bir devrimci sosyalizm anlayışı ve hedefinden olduğu kadar, sınıf olarak burjuvazinin iktidarını yıkmayı esas alan tutarlı bir devrimci iktidar bilinci ve hedefinden de uzaklığın sonucu ve göstergeleridir. Başka bir anlatımla, bu tür anlayış ve tutumlar esasında, burjuvazinin iktidarını yıkmayı merkeze alan ‘büyük iktidar’ sorununu bir tarafa bırakıp gücü nerede, neye, ne kadar yetiyorsa o alanda o kadar iktidar olmayı (!) yeterli gören ‘küçük iktidarlar’ peşinde koşmanın, yani gerçekte bir ‘iktidarsızlık’ pratiğinin göstergeleridir. Bunun en azından uzun soluklu ve tutarlı bir devrimci iktidar kavrayışından aslında nasıl bir uzaklık anlamına geldiğinin en canlı örneği de, gerek örgütü içinde gerekse kendi dışındaki güçlerle ilişkilerinde bu yozlaşmış despotik “iktidar anlayışı”nın en itici örneklerini sergilemiş olanlardan PKK önderliğinin, bugün “Devlete -dolayısıyla iktidar sorununa- hiç bulaşmamak gerekir” noktasına gelmiş olmasıdır. Bu ‘büyük kırılma’, aslında devrim ve iktidar sorununun kavranışında hastalıklı çarpık anlayışların -tabii ki başka etkenlerin de devreye girmesiyle- süreç içinde nerelere evrilip hangi sonuçları doğurabileceği konusunda uyarıcı bir örnektir.
Hareket büyüdükçe iktidar iddiası küçüldü!
TDH’nin ‘68’le birlikte bir ara kurtulur gibi olduğu ama sonradan nükseden ‘iktidarsızlaşma’ süreci, önce “12 Mart yenilgisinden ders çıkarma” görünümü altında devrimci iktidar iddiası da dahil onun en devrimci yönlerinin törpülenip revizyondan geçirilmesi biçiminde başladı. İlerleyen yıllarda sosyalizm tarihsel amacından uzaklaşmaya da paralel olarak merkezi iktidar sorunundan, dolayısıyla devrim hedefinden iyice uzaklaşan yeni kırılmalara uğradı; ‘gündelikleşti’, ‘yerelleşti’, ‘büyük iktidar’ sorunundan uzaklaştığı ölçüde ‘küçük iktidarlar’ peşinde koşma biçimini alarak yozlaştı. Hele 12 Eylül yenilgisi ve tasfiyeciliğinden sonra, iktidarı ve iktidarı alabileceğini artık hayal dahi edemez oldu.
TDH’deki ‘iktidarsızlık’ hastalığı, asıl olarak hareketin en fazla kitleselleştiği, hatta “yarın devrim…” bekleyebilecek kadar “yakın devrim” hayalleri ile kendinden geçtiği 1975 sonrasında ivmelenip derinleşti. Sayısal gücün artması, kitleselleşme ve ülke çapında yayılma anlamında hareket fizik olarak büyüdüğü ölçüde, bağımsız ideolojik kimlik ve kişilik olarak cüceleşip küçüldü. Çünkü ulaşılan güç, mevcut örgütsel yapıların boyunu, alışılagelen devrimcilik anlayışının sınırlarını, özellikle de yönetici kadroların çapını aştı. Önceleri ulaşılan gücün farkında olmama, küçük düşünüp sınırlı ve yerel başarılarla tatmin olma biçiminde kendini gösterdi bu iktidarsızlık; sonraları düpedüz ‘daha güçlü ve daha meşru konumda’ görülen sosyal demokrasinin kanatları altına sığınma arayışına dönüştü. Devletin MHP’li sivil faşist çeteleri de kullanarak giriştiği saldırı ve provokasyonlardaki tırmanma, kendine güven ve devrimci iktidar iddiası konusundaki bu kırılmayı hızlandırıp derinleştirici bir rol oynadı.
’77 seçimleri bu süreçte bir ‘dönüm noktası’ olarak nitelenebilir. Hareketin hem sayısal güç hem de emekçi sınıflar üzerindeki manevi otorite ve siyasal etki bakımından gücünün zirvesinde olduğu bir kesitte bile gidilip sosyal demokrasinin kuyruğuna yapışılabildi. Fakat ‘iktidarsızlık’ konusunda işlenen tek günah, verilebilecek tek örnek bu değildir. Sahip olunan gücün bilinciyle hareket edilmemesi, dahası onun hareketi merkezi iktidar sorunundan gitgide daha fazla uzaklaştıracak şekilde yanlış yönlerde yanlış biçimlerde kullanılmasının “en radikal” geçinenler açısından bile sayılabilecek daha yüzlerce örneği vardır. Faşizme karşı mücadelenin onu doğuran sisteme karşı mücadele bir yana, devletten bile koparılarak MHP’ye karşı mücadeleye indirgenmesi, bunun da kendi içinde yeni kırılmalara uğrayarak kullanılan kimi yöntemler ve seçilen hedefler yönüyle “at iziyle it izinin birbirine karışabildiği” bir belirsizlik ve provokasyon ortamının yaratılmasına çanak tutulması, öte yandan burjuvaziyi ve devleti bırakıp birbiriyle rekabeti esas alan bir siyaset tarzı ve kültürünün öne çıkması, ‘sol içi çatışmalar’ ve birbirine karşı şiddet uygulamalarının alıp başını gitmesi gibi daha bir dizi bozulmayla da birleşerek bu sapma derinleşti.
Devleti ve burjuvaziyi bırakıp birbiri üzerinde ‘iktidar olmayı’ merkeze koyan bu kafa(sızlık), 1977 1 Mayıs provokasyonu da dahil birçok provokasyonun uygulanabilmesini kolaylaştırmakla kalmadı; sahip olduğu gücü etkin bir tarzda kullanarak burjuvazi ve onun devletinin kendisine karşı hazırladığı tuzakları en azından sekteye uğratabilme ferasetini dahi gösteremedi. Örneğin, rejimin artık kitle katliamlarına yöneldiği Maraş Katliamı’yla birlikte görüldüğü halde, buna karşı devleti böyle bir taktiğe başvurduğuna pişman edecek şiddet ve kararlılıkla bir tepki ortaya konulamadı. Keza 12 Eylül’ün hemen arifesinde, aslında onun nabız yoklama amaçlı mini bir provası olarak sahnelenen Fatsa Operasyonu, düpedüz seyredildi; ona karşı da devrimci hareketin ülke çapında sahip olduğu güçle orantılı doğru dürüst bir tepki gösterilmedi. Bu ‘iktidarsız’ tutumlar aslında sadece sınıf düşmanlarını cesaretlendirip ilerici demokrat kamuoyu içindeki bulanıklıkları ve güvensizlikleri tırmandırmakla kalmadı; bizzat hareketin kadroları ve yöneticileri içinde de kendini olayların akışına bırakan kaderci bir teslimiyetçiliğe dönüştü. Nitekim ulaştığı gücü devrimci bir iktidar iddiasında somutlamak şurada dursun, bu gücün farkında olup olmadığı bile tartışılır hale gelen bu ‘iktidarsızlık’ ve iddiasızlık, sonunda 12 Eylül karşısında anında havlu atmaya dönüştü; kendilerini kanlı geçeceğini düşündükleri çetin bir iç savaşa hazırlamışlarken karşılaştıkları bu tabansızlık ve kofluk 12 Eylül’ün faşist darbecilerini bile şaşırttı.
Sosyalizm idealinin kaybolmasıyla iktidarsızlık arasındaki paralel ilişki
TDH’nin hareketin fizik gücünün büyüyüşü ile ters orantılı olarak iktidar iddiasını ve bu konuda kendine olan güvenini yitirmesi süreci, sosyalizm hedefi ve tutkusunun silikleşip kaybolması ile atbaşı seyretti; bu ikisi esasında birbirini tamamlayıp ivmelendirdi. Sosyalizm hedefinden uzaklaşıldıkça küçük başarılarla tatmin olabilen bir sıradanlık ve ufuksuzluk aldı başını gitti; devrimci idealizmden beslenen ilkesel tutumların yerini burjuva siyaset anlayışına özgü bir pragmatizm aldı, bu arada neredeyse herkesin kuyruğuna yapışılabilir görünmeye başlandı. Vizyon yoksunu, dar grupçu bir pragmatizm ön plana geçip baskın hale geldikçe sosyalizm amacı iyice silikleşti, sulandırıldı; çoğu örgütün dergi sayfalarında bile yer bulamaz hale gelip sandıklara kaldırıldı.
Sosyalizm amacı ile birlikte merkezi iktidar sorunundan bu uzaklaşma ve kaçış o boyutlara vardı ki, nihayetinde küçük bir kasabada, kitle katılımına dayalı demokratik halkçı bir belediyecilik uygulamasından daha fazla bir şey olmayan Fatsa deneyine yüklenmedik misyon, yakıştırılmadık sıfat kalmadı. Sosyalizmin içeriği ve kapsamının yanında “belediye sosyalizmi” bile denilemeyecek kadar sınırlı ve güdük, merkezi iktidar sorununun boyutları yanında “parlamentarizm”in bile gerisine düşecek kadar küçük kalan bir belediyecilik örneğine “sosyalizmin ve halk iktidarının çekirdek uygulaması” misyonunun yakıştırılması aslında bir iddianın değil ‘iktidarsızlığın teorileştirilmesi’ çerçevesinde irdelenmesi gereken bir örnektir.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
işçinün günlüğü |
|
|
|
|
|
|
|
www.günebakandüsleri.blogcu.com |
|
|
|
|
|
|
www.alinteri.org
www.atilim.org
www.kizilbayrak.net
www.komunarca.org
www.halkingunlugu.org
www.iscikoylu.com
sosyalist basının siteleridir |
|
|
|
|
|
|
|
üretmek yaşamı |
|
|
|
|
|
|
www.üreti-yorum.org
üretmek gerekiyor yaşamı tüm alanlarıyla |
|
|
|
|
|
|
|
Yaşasın Devrim ve Sosyalizm! |
|
|
|
|
|
|
www.ufukcizgisi.org
teoriyle pratiğin buluştuğu nokta ufkumuzun çizgisi |
|
|
|
|
|
|
|
geçlik gelecek ,gelecek sosyalizm |
|
|
|
|
|
|
Şentürk sonsuzluğa uğurlandı
HABER FOTOĞRAFLARI MALATYA (03.08.2007)- MLKP militanı Sefer Şentürk, dün memleketi Malatya'nın Akçadağ İlçesi'nin Kürecik'e bağlı Tataruşağı Köyü'nde ailesi, yoldaşları ve dostları tarafından sonsuzluğa uğurlandı.
Şentürk, 31 Temmuz günü Almanya'da, yakalandığı amansız hastalık sonucu yaşamını yitirmişti.
“Sefer Şentürk yoldaş ölümsüzdür/ ESP” pankartının açıldığı cenaze töreni saygı duruşu ile başladı. Konuşmalarda, Şentürk'ün izinden yürüneceği sözü verildi. 200 kişinin katıldığı törende, “Devrim şehitleri ölümsüzdür” sloganları atıldı.
Törene İstanbul ve Malatya ESP ile AvEG-Kon mesajlar gönderdi.
|
|
|
|
|